"Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur."

                                                           SERHAN GÜVENÇ

     Biz İzmir’de oturuyoruz, oğlum Aydın’da iki yıllık meslek yüksek okulunda öğrenim görüyordu. Üç gün önce ailece mezuniyet törenine gitmiştik. Hepimiz çok mutluyduk; fakat Serhan’ım bir başka mutlu olmuştu, mezun olduktan sonra önünde yeni bir hayat başlıyordu.
Haziran ayının 16’sı, günlerden Pazartesi. O gün içimde tarifi imkansız bir sıkıntı vardı. Gün boyu oflayarak gezindim, ana kalbim yavrumun öleceğini hissetmişti sanki deli gibi çarpıyordu; ama ben adını koyamıyor, asla başıma böyle bir felaketin geleceğini ummuyordum. O sıkıntıyla yattım, döne döne uyumuşum. Acı acı çalan telefonun sesiyle gözlerimi açtım. Ahizeyi korka korka kaldırdım. Tanımadığım bir ses ‘Serhan kaza geçirdi’ diyordu, o an dondum kaldım. Bir an ne yapacağımı bilmez halde odada dört döndüm, dünya başıma yıkılmıştı. Hemen İzmir’den Aydın’a gitmek için yola çıktık. Yol boyunca Allah’a (c.c.) yönelip oğlum için dualar edip onu bana bağışlaması için gözyaşlarımla yalvarıyordum. Aydın’a yaklaşmıştık ki yağmur yağmaya başladı, o yaşıma kadar görmediğim çok enteresan bir olay oldu, yolun her iki yanında karşılıklı olarak şimşekler çakıyordu.
 

     Hastaneye vardığımızda mavi gözlü papatyam yaşamıyordu artık. Herşey bir anda olup bitmişti, delirmiş çıldırmış gibiydim. Hayır, bu doğru olamazdı, papatyam ölemezdi! Cama vuran yağmura baktım, ‘E be yavrum! Gök bile sana ağlıyor!’ dedim. Sonradan öğrendim ki iyi insanlara gökyüzü bile ağlarmış. Hele papatyam gibi çok genç olursa...
 

     Göçmen Kuşlar kitabının birinci baskısı çıktıktan sonra Perihan hanımlar İzmir'e Fetnur hanımlara gelmiş kitapları getirmişlerdi. Kitapları almak ve onları ziyaret etmek için biz de oraya gittik. Eve döndüğümüz de saat 24 civarıydı hemen yavrumun bölümünü açıp okumaya başladım, gözlerimden sicim gibi yaşlar akmaya başlamış her damla kitabı biraz daha ıslatıyordu. O anda elim kadar büyük beyaz bir kelebek kitabın üzerine kondu hem şaşırıp hem de sevinmiştim."Tamam, yavrum ağlamıyorum." deyince uçup koridora oradan da abisi ile ortak kullandıkları odaya gitti. Odanın içinde bir süre uçtu ve kayboldu ne cam ne de kapı açıktı daha sonra tekrar salona dönüp namaza durdum. Yavrumu kaybettiğim günden beri böyle huşu içinde bir namaz kıldığımı hiç hatırlamıyorum, çünkü namaz boyunca yavrumun nefesini, kokusunu hiçbir tereddüte gerek olmadan yanımda hissettim. Asla bilinç altıyla ilgili olan bir olay değildi, elle tutulur bir şekilde hem kelebeği gördüm hem de namazda yaşadığım güzellikleri somut bir şekilde  yaşadım.

       Perihan hanım kabristana geldiğinde Serhan'a da uğramak istemiş. Orda bizi görünce, yanımıza geldi sıcacık bir sesle Serhan'ımın annesi kim? diye sordu. Buyurun benim dediğimde, ben Ankara'dan geldim ben de 1983 doğumlu oğlum Murat'ı 6 yıl önce kaybettim yavrum, bir kitabın yazılmasına vesile oldu, o kitabı okuyan bir annenin daveti üzerine buraya geldik, diye devam etti. Ona sanki yıllardır tanıdığım bir dostum gibi sarıldım. Bir süre ağlaştıktan sonra evime davet ettim kırmadılar. Ankara'ya döndükten sonra, kitabı ve ölümle ilgili sohbetlerin bulunduğu kasetler gönderdi. Allah ondan ve eşinden razı olsun kitap ve kasetler sayesinde biraz rahatlamıştım, sık sık görüşmeye başladık. Bir konuşma esnasında büyük oğlum Serdar'ın Konya Selçuk Üniversitesi'nde mezuniyetini engelleyen bazı sıkıntılar olduğunu söylemiştim. Perihan hanımın eşi Abdulkadir bey Ankara'ya gelin sanırım çözebiliriz deyince Ankara'ya oradan da Kadir bey ile Konya'ya gittik. Makamı nedeniyle Konya'da tüm tanıdıklarını devreye sokup oğlumun problemini çözdü Allah onlardan razı olsun.

        Ben bu durumu Murat ve Serhan'ın çözdüğünü düşünüyorum. Çünkü Serdar büyük olmasına rağmen onun tüm problemlerine Serhan koşardı Abisi sakin, içe dönük olmasına karşın Serhan'ım tam tersi, çabuk kaynaşan , tatlı diliyle herkesi kendine hayran bırakan bir yapıya sahipti. Murat ile orda tanıştıkları konusunda hiçbir şüphem yok Murat da  çevrede kimin sıkıntısı olsa annem, babam halleder dermiş.
Evlat acısı çok büyük bir acı rabbim yardımcımız olsun. Mavişim iyi olduğu konusunda çevremdeki insanların ve benim rüyalarımda içimi rahatlatan güzel mesajlar gönderiyor, gözyaşları içinde ona kavuşma anını bekliyoruz.
                                                                                                                                                                                                                

                                                                                                                                                                                                             Leyla GÜVENÇ

                                                                                                                         

                                                                                                                         

                                                                                                                                   

 

 

                                                                              "Maviye en çok ufuk özlem duyar."

                                                             YİĞİT KARDEŞİME

       Saat gecenin 3:30'u, telefonum çaldı. Konya'da arkadaşımın evindeydim amcam hemen İzmir'e gelmemi, kardeşimin bir kavgada bıçaklandığını söyledi, sesi çok kötü geliyordu hemen kalkıp İzmir'e geldim. Yolda kardeşimin ölmüş olacağı aklıma geliyordu. Ama ona bunu yakıştıramıyordum İzmir'e indiğimde ilk öğrendiğim şey kardeşimi kaybettiğimizdi. İnanamadım, cansız bedenini gördüğüm halde hala inanamıyordum. O kadar yaşam doluydu ki , o kadar yaşamayı seviyordu ki yerinde duramazdı. Her zaman gezmemi eğlenmemi o sağlar, beni evden zorla çıkarırdı, her kardeş gibi bizimde tartışmalarımız olurdu ama hiç küs kalmazdık çünkü o benim kardeşim ben de onun ağabeyiydim.
 

     Kardeşimle sık sık ölüm konusu üzerine konuşur ikimizde ölümden korkmadığımızı sadece birbirimize annemin ve babamın ne hale geleceklerinden korktuğumuzu anlatırdık. Kardeşim çok çevik atik bir çocuktu, arkadaşlarını hep korur kollardı hatta beni koruduğu kolladığı zamanlarda olmuştu. İşte yine arkadaşlarından birini korumak ve kollamak isterken canını verdi zaten her zaman söylerdi "Ben arkadaşlarım için canımı veririm."Onunla son kez konuşma şansım olsa, ona çok şanslı bir abi olduğumu onu çok sevdiğimi ve onunla gurur duyduğumu söylerdim. İnanın bana, hayatımda onun gibi bir insan tanımadım çok sıcakkanlı, sevecen ve yardım severdi. İnsanlara hemen kendini sevdirir onları sever onun bu huyunu çok kıskanırdım. Gerçi kıskandığım bir çok özelliği de var mesela maviş gözlerini, yumuşacık saçlarını, güzel yüzünü…
 

     Kardeşim, Aydın'da okuyordu ve ruhunu orda teslim etti. Duyduğuma göre tüm Aydın kardeşim için ağlamış, kardeşim ağlayan insan görünce dayanamazdı. Annem ağladığında da "Ne olu anne ağlama ben senin ağlamana dayanamıyorum" derdi. İnsanların üzülmesini hiç istemez, her zaman mutlu olmalarını isterdi. Umarım şu anda kendisi de çok güzel yerlerde ve mutludur.

     Kardeşimle ilgili gördüğüm birkaç rüyayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
 

    Yanımda biriyle bir yolda yürüyorum kardeşim karşıdan yine yanında biriyle geliyor üzerinde, genelde din adamlarının giydiği yakasız bir gömlek ve pantolon var elbiseler kendiliğinden etraflarına pembemsi bir ışık saçıyor yanımdaki insana dönüp bu benim kardeşim ne güzel değil mi diyorum.Bir rüyamda da annem, babam ben ve kardeşim bir yerde oturuyoruz bir adam babamla gelip konuşuyor ve kardeşimi babama övüyor sonra gidiyor, ama babamın yüzünün üzüntülü olduğunu fark ediyorum ve kardeşimin öldüğü aklıma geliyor, dönüp kardeşime sana sarılabilir miyim diye soruyorum o da, zaten herkes bu günlerde bana sarılmak istiyor diyor ve sarılıyorum.
Kardeşimi mezara babam ve ben yatırdık, olayın üzerinden iki gün geçmesine rağmen kardeşimin kanı daha donmamış ve pantolonuma ve gömleğime bulaşmıştı. O giysileri yıkatmadım ve odama koydum. Ertesi gün kız arkadaşım ve ablası odamda çok güzel bir kokunun olduğunu söylediler, baktık o güzel kokunun giysilerin olduğu torbadan geldiğini fark ettik. Şuna eminim ki kardeşim çok güzel yerlerde ve ben onu yine kıskanıyorum. Onun yerinde olmayı çok isterdim.Onsuz kendimi güvende hissetmiyorum oysa ki o hayatta iken hiç bir şeyden korkmuyordum, onun varlığı tuhaf bir şekilde bana güven  veriyordu.
    

       Şimdi çok yalnızım, onun arkasından ağlamak istemiyorum çünkü o bunu istemezdi. Ölüm bu kadar kötü bir şey olamaz, olsaydı herkes ölmezdi iyiler her zaman yaşardı ama ölüm iyi kötü dinlemeden insanları alıyor.Kardeşim, umarım beni duyuyorsundur seni çok ama çok seviyorum ve çok özledim. Her zaman bana dediğin gibi "koçum benim" rahat uyu nur içinde yat Serhan'ım…Bir gün sana kavuşacağım   o gün için sabırsızlanıyorum.                                

                                                                                                                                         Serdar GÜVEN

                                                                                                                       

     Ondan haber vermeden, haber aldım ben. Başka haber gerekmez bana ne dilerse güzel olan odur bence.
                                                                                                               Mevlana

                                                                                                                                             

                                                                       
                                            

                                                                SON SECDE

     Mesut, çayından çektiği son yudumla hatıraların içine öyle dalmıştı ki ancak dilindeki yanığın sızısı ile içinde bulunduğu çağa geri dönebildi. Sanki dün gibiydi, hayaller kuruyordu, okuyacak, vatanına, milletine ve bütün insanlığa faydalı olacaktı. “Zaman su gibi akıp gidiyor” diye mırıldanınca, Hatice meraklanarak “Hayırdır, Mesut bir derdin mi var?” yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi Mesut’un, yüzünü bundan sonra hayatını paylaşacağı Hatice’ye çevirdi. İkisinin de gözlerinde mutluluk pırıltıları vardı. Bu onların en mutlu günüydü, ikisi de tam aradıkları gibi bir eş bulduklarına inanıyorlardı. Evlenip yuva kurmuşlar, şimdi Mesut’un görev yapacağı Azerbaycan’a doğru ilerliyorlardı. Mesut hizmet aşkı ile dolu bir gençti. Evlerine vardılar.
 

    Zaman freni patlamış bir otobüs gibi geçip gidiyordu. Evleneli iki yıl olmuştu. Mesut çok sevdiği kalemini eline almış, yine şiir yazıyordu. O gece üç ayların başlayacağı geceydi, sık sık yaptıkları nefis muhasebesinin tam sırası diye düşünüyordu. Mesut’un aklına bir fikir geldi.
“Hatice, var mısın bu geceyi ibadetle geçirelim?” Hatice tereddütsüz kabul etti.“Bir çay demlesen de uykumuz biraz açılır.” dedi Mesut. Hatice mutfağa gitti.
Mesut’un içinde sebebini bilmediği garip bir heyecan, bir duygu yoğunluğu vardı. Şiirinin son kıtasını büyük harflerle yazıp, sehpaya bıraktı, abdest alıp salona geçti.

    Önce yatsı namazını kıldı, ardından gözyaşları içinde dua ederek Allah’dan kendisinin ve ümmetin affı için yalvardı. Bir ara göğsünün sıkıştığını hissetmiş, bunu duadaki heyecanına bağlamıştı. Kaza namazı kılmak için namaza durdu. Hatice de mutfaktaki işini bitirip, bardakları oturma odasına getirmişti, gözü sehpadaki şiire ilişti, “Her zamanki gibi döktürdü” diyerek şiiri okumaya başladı. Okudukça Hatice gözyaşlarına boğuluyordu. Öyle duygulu öyle içten yazmıştı ki ağlamamak mümkün değildi. Hele de şiirin son kıtası en vurucu yeriydi. Hatice sesini biraz yükselterek son kıtayı okudu.
 

    “Bir gün isyankar nefsimi alıp cehenneme atacağım, Allah’ım kutlu bir gecede secdeye varıp kıyamette kalkacağım.”Gözyaşlarını silerek Mesut’un yanına gitti. Mesut secdede idi. Bir süre seslenmeden Mesut’un kalkmasını bekledi. Fakat Mesut yerinden kımıldamıyordu. Hatice önce pek endişelenmediyse de sonra dayanamadı secdedeki Mesut’a dokundu. Bir anda dünya başına yıkılmış, her yer adeta karanlıklara bürünmüştü. Çünkü, Mesut’un Allah sevgisi ile dolu kalbi bu gecenin heyecanına dayanamayıp durmuştu. Kıyamet gününe kadar sürecek bir yalvarış için secdede son nefesini vermişti.

                                                                                            

                                                                                               

                                                                                                                        

                                                           "Hayat bir öyküye benzer önemli yanı, Eserin uzun olması değil, iyi olmasıdır"

                                                                              
                                                        

 

 

 

OĞULA SESLENİŞ...

Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi?
Hiç elinizi uzattınız mı ocakta yanan ateşin üzerine?
Demir tokmakları, başınıza başınıza
indirdiler mi iri yarı adamlar?
Gözü dönmüş birileri kırdılar mı parmaklarınızı?
Tel örgülere takıldı mı sırtınız yerlerde sürünürken?
Birisi gelip kolunuzu kıvırdı mı arkaya,
zorlayarak "çat" diye kırıverdi mi?
Çaresizlik denilen; çaresi bulunmayan tek gerçek,
sarıldı mı boğazınıza?
Adamın biri gelip iki gözünüze
iki parmağını sokup, kör etti mi sizi?
Büyük değirmen taşlarını getirip
koydular mı üzerinize, sırt üstü yatarken?
İyice bilenmiş bir bıçağı böğrünüze sokup
çevirdiler mi 360 derece?
Ayağınız kayıp yola düştünüğünüzde,
bacağınızın üzerinden hiç kamyon geçti mi?
Su diye size uzatılan bardağı kafanıza diktiğinizde
içinde asit olduğunu fark ettiniz mi?
Demir bir çubuk boğazınızdan girip
boyununuzun arkasından çıktı mı hiç?
Yolda sessiz sakin yürürken, aniden birisi gelip suratınızın
en ortalık yerine muhteşem bir yumruk savurdu mu?
Balkondan düşen koca bir saksı,
tam kafanızın ortasına indi mi?
Evinizin alev alev ateşler içinde yandığını seyrettiniz mi?
Bir insanın sel suları içinde çırpına çırpına
can verdiğini gördünüz mü?
Veya bütün bunları görmemiş,
yaşamamış bile olsanız, biraz düşününüz.
İşte bunların hepsi bir anda, benim başıma geldi.
19 yıl babalık etmeye çalıştığım, Allah'ın bana emaneti,
canım, gülüm, hayatım,her şeyim, bir tanem,
sebeb-i hayatım, evladım, oğlum Nihad, 3 dakika içinde
yok olası kollarımın arasında ölüp gitti.
Yapacak hiçbir şeyim yoktu.
Kapının camı şahdamarını kesmişti.
Fıskiye gibi kan fışkırıyordu. Kan fışkırıyordu,
umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu.
Bana yakın durması gereken ölüm, beni ölmeden öldürüyordu...
Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu.
365 günün, bir tanesinde bile seni göremedim, elini tutamadım,
yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkı sarılamadım.
Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi
ve sen içeriye girmedin.
Bir tek gece odanın ışığı yanmadı. Ben kapını açıp,
"yatıyorum, sen yatmıyor musun?" diye soramadım...
Yaşamak canımı sıkmaya başladı.
Gül, senin aradığına dair bir tek not vermedi tam 365 gündür.
Bu kadar çabuk mu unuttun beni diye
düşünüyorum zaman zaman.
Ama beni unutmayacağını, unutmadığını biliyorum,
ben de biliyorum, halan da biliyor, enişten de, Ece de.
Ama oradan bir bağlantı kurulması mümkün değil...
Günler geçiyor arslanım. Her geçen dakikayı beni sana
yaklaştırdığı için seviyorum. Eskiden nasıl üzülürdüm
zaman geçiyor, birgün senden ayrılacağım diye .
Ama şimdi her şey tersine döndü...
Her şeye tahammül edebiliyor insan.
Allah böyle bir sabır vermiş kullarına.
Ama tahammülü mümkün olmayan bir tek şey var.
Senin sevginden mahrum olmak. Bunu hissedememek.
İşte ölmeden bu öldürüyor insanı.

                                                     Cenk KORAY