Murat USTA

Muratsızlık dünyasında seninle gönlümün muradına ermiştim ben

 

 

BALIM'A

    Kara gözlüm, gül bakışlım, her şeyleri güzel oğlum, yüzünde hiç eksik etmediğin gülümsemen ne kadar da yaraşırdı o masum güzel yüzüne. Seninle aramızda çok ama çok özel bir bağ vardı. Çoğu zaman sözcüklere gerek duymadan uzun uzun cümleler kurardık bakışlarımızla.
 
      Sevgili oğlum, sen geldiğinde hoş geldin bebek, hoş geldin dünyama, yaşama sırası sende demiştim. Seni çok ama çok sevdim. Tüm hayatımı sana endekslemiştim; fakat ilk sınavımı sen dört aylıkken vermiş, seni kaybetme korkusunu yaşamıştım. Şimdi seni yazıyorum kağıda ama en çok yüreğime.

     Yavrum dört aylıkken sobalı bir evde oturuyorduk. Gece sobaya kömürü doldurup yatmıştık, derin bir uykuya daldığımız sırada sobanın borusu çıkmış. Birisi beni arkadan itekleyerek kaldırmak istedi, fakat ben kendimi tekrar yatağa bıraktım. Bu sefer de iki elimden tutup beni yataktan kaldırdı, bu sırada biraz kendime gelmiştim, bir de baktım ki beni kaldıran nur yüzlü, sakallı birisi. Hâlâ da yüzünü unutamam. Bir baktım ki tüm evi duman sarmış. Hemen ışığı yakıp eşimi kaldırdım, ikimiz de ayakta zor duruyorduk. Hemen yavrumun başına gittik, seslerden uyanmıştı ve etrafa gülücükler dağıtarak bize kollarını açtı. Evdeki tüm eşyalarımız is içindeydi; fakat Allahın bir hikmeti yavrumun beşiğindeki beyaz yatak takımlarında küçücük bir leke dahi yoktu, sanki onun üzerine bir perde çekilmişti. Şimdi anlıyorum; Allah Teala beni uyandırması için bir melek görevlendirmişti ve yavrumu korumuştu; çünkü yavrumun bu dünyada yapması gereken işler vardı.

      Bir yaşlarındayken babası namaza durur durmaz o da hemen kendi seccadesini sarar, takkesini giyer, babası ne yaparsa aynısını tekrarlardı. Namazının sonunda da seccadesinde oturur o minicik ellerini açar, gökyüzüne bakarak kendi kendine bir şeyler söylerdi, bir nevi dua ederdi. Yavrum, birçoğumuz senin kadar duanın bilincinde değiliz, duanın Rabbimizle dertleşmek olduğunu biz senin kadar bilemedik.

     Yavrum beş yaşlarındaydı, servise binmiştik. Daireye gidiyordum, yavrumu da kreşe bırakacaktım. Yerler buzluydu ve bir anda servis otobüsümüz kaymaya başladı, köprünün korkuluklarını kırıp, yarısı yolda yarısı boşlukta asılı kaldı. Aşağıda tren rayları ve yüksek gerilimli elektrik telleri vardı, servisin o halini görenler gözlerine inanamıyorlardı. Yavruma Korkma bir şey yok yavrum dediğimde, o zaman bana anlamsız gelen şu sözleri söylemişti: Ben korkmadım, o dede tuttu görmedin mi? karşıyı işaret ederek. Fakat ben kimseyi göremedim; çünkü işaret ettiği yer boşluktu. Allah (C.C.) yine bizleri korumuştu.

      Kreşin önünde 8-9 yaşlarında bir kız çocuğu, önüne bir tartı ve birkaç tane de kağıt mendil koymuş, yere uzanmış bir şekilde ödevlerini yapıyordu. O kız çocuğunu ilk gördüğü anda çok üzüldü, gözleri doldu. O akşam sürekli o kız çocuğundan söz etti, balkonda oturması için ona yaptığım minderi o kıza hediye etmek istediğini söyledi. Minderi bir poşete koydu, yanına da kendisine almış olduğum şekerleri, bisküvileri doldurdu. Ertesi akşam onları verdi, çok ama çok mutlu olmuştu. Akşamları dairede yanımda olduğu zamanlarda hemen kantine gider, o kız çocuğu ve kardeşleri için kalem, defter, yiyecek gibi şeyler alırdı. İkisi dost olmuşlardı. Yavrum paylaşmanın güzelliğini biliyordu, Komşusu açken tok yatan bizden değildir sözünün Kutlu Sahibi (S.A.V.) den olmamanın yollarını arıyor gibiydi, her zaman cömertti.

      Yaz tatillerinde gittiğimiz dinlenme kampındaki herkesle dost oluyordu; bir yaşındaki çocuklardan yetmiş yaşındaki yaşlılara kadar. Öğle ya da akşam yemeklerinde Murat'ıma sürekli ikramlar gelirdi. Garsonlar Şu ablan / şu amcan gönderdi. derlerdi ya da diğer masalardaki arkadaşları onu masalarına davet ederlerdi. Yavrum da gündüzleri havuzda onlara bir şeyler ısmarlardı, babası akşamları oldukça yüklü hesaplar öderdi. Sevgili babalar ve geleceğin baba adayı olan gençler unutmayın ki çocuğunuza paylaşmayı, cömertliği öğreten sizlersiniz. Eğer eşim müsaade etmeseydi, Murat'ım bu kadar paylaşmayı bilemezdi. Eşimden Allah (C.C.) razı olsun, evlatlarıma böyle güzel hasletler kazandıran bir baba olduğu için.

      Murat'ım akşamları bana çay demlettirip birkaç aileyi alır gelirdi. Böylelikle herkes birbiriyle tanışır sohbet ederdi.

 

 

 

 

Birbirinden farklı bunca insanı,
Bir araya getirebilen bir yürek;
Bu yürekle beraber büyüdük,
Arkadaşlıkları dostluğa,
Dostlukları kardeşliğe taşıdık.
Yolcu yolunda gerek demiştin
Demiştin de geride kalmanın
Ne güç olduğunu bilememiştin değil mi?

 

       

 

                                                                                                      

 

                                                                                                                               CANIMIN İÇİ GİTMESİN, BANA VEDAYI ETMESİN

 

       23 Eylül 1997 de yavrum  grip olmuş üç gün okula gidememişti o gece saat bire kadar arkadaşlarından aldığı defterleri çekmiş sabahçı olmasına rağmen bir türlü uyumak istememişti dalgın bir hali vardı benimle yatmak istedi sabah ani bir ateş ve kusma sonunda yavrumu kaybettim. Ölümler hep ani aslanlar gibi sağlıklı yavrum akşam yattı sabah kalkamadı biraz sonra ne olacağımızı bilmiyoruz bu siteyi en çokta daha çok yapacak işim var, önümde yıllar var demesin kimse, lütfen dersler çıkartalım yarın bizim değil yarınlar yalnızca ebed sultanınındır.

Yavrum her zaman çok telaşlı ve aceleci bir çocuktu telefona-kapıya hemen ilk koşan o olurdu cennet içinde acele etti ve oradan bana mesajlar veriyor açtığı kapılar öyle güzel ki bazen ben bile bunlar nasıl oluyor diyorum. 

Evet can oğul, yaşarken kurduğun dostluk köprülerini şimdi de inşaAllah cennet bahçelerinde kuruyorsundur. Ben seni her an yanımda hissediyorum ve rüyalarla bana iletmek istediğin mesajları çok iyi anlıyorum. Bizim anlaşmamız için sözcüklerin çok da önemli olmadığını biliyoruz öyle değil mi bebeğim?

     Murat'ım hiçbir canlıya kıyamazdı bahçemizdeki kedi, köpek ve kuşları besler dolaptaki sucuk, sosis ve salamları gizlice onlara yedirirdi. Yakaladığım zaman derdi ki, anneciğim onları da Allah yarattı, hep güzel şeyleri insanlar mı yiyecek derdi. Bir kedi apartmanımızın bahçesinde yavrulamıştı bunu gören yavrum karton kutular içinde onları süt ve çorbalar ile besliyordu bir gün apartmandan biri onları atmış günlerce ağlamıştı, bu dünyada yaşama hakkını Allah yalnızca insanlara mı vermiş, onlar inşallah bunun hesabını verirler demişti.

     Yaz tatilinde Antalya'da hayvanat bahçesine götürmüştük, bir köpeğin yavrusu ölmüş başında çaresiz bir şekilde sanki ağlıyordu, yavrum o kadar üzülmüştü ki o da ağlamaya başladı bir filme bile ağlardı, çok üzülürdüm yavrum bu dünya senin gibi hassas birine çok acı çektirir biraz vurdum duymaz olsan ne olur sanki derdim. Geçenlerde televizyonda yavrusunu kaybeden bir köpeğin ağlamasını bir çoğumuz seyrettik ben o günü hatırladım ve gözyaşlarıma engel olamadım.

    Halk arasında bir söz vardır İtler köpekler ana olmasın diye ne kadar doğru söylenmiş bir söz olduğunu o köpeği izlerken anladım. Ağlarsa anam ağlar, gayrisi yalan ağlar diyen atasözümüzün ne kadar anlamlı olduğunu anneler bir araya geldiğimizde daha iyi anlıyorum. Bu kitap bir yaralı gönle merhem olursa benim yavrum ve bu kitaplardaki tüm özel insanlar eminim çok mutlu olacaklar.


    
Göçmen Kuşlar kitabının geliri ile güzellikler yaptığımız gün bütün anneler güzel rüyalar görüyor, onlar her şeyi görüyor ve biliyorlar 29 Mart 2005 yılında Sami Ulus Çocuk Hastanesine Sebil (Buzdolabı) alıp göndermiştim, o akşam saat 20:30 sıralarında eşim evde yoktu kızım Ezgi ile salonda televizyon izliyorduk salonun kapısı buzlu cam ve tam karşısında yatak odası var durup dururken birden yatak odasının lambası açıldı, bir an eşimin anahtarı ile kapıyı açıp ışığı onun yaktığını düşündüm, odaya girdiğimde kimse yoktu, üstelik elektrik düğmesi yuvarlak yani çevirmeyince açılamaz.

       Ben yavrumun o gün çok mutlu olduğunu anladım, daha sonra evin içinde küçük yeşil bir kelebek belirdi Ezgi ile benim başımıza kolumuza konup durdu. Bu olayı ertesi sabah Oktay'ın annesi Hatice hanım ile paylaştığımda o da o sabah yaşadığı güzel bir olayı anlattı, dükkanı açmak için dükkanın önüne geldiğimde (dükkan bir pasajın içinde çeyiz evi) bembeyaz bir güvercin vardı yaklaşınca uçacak diye beklerken ayağımın dibinde dükkanı açmamı bekledi benim ile içeri girdi bir süre içerde uçup sonra gelip omzuma kondu daha sonrada nereye uçtuğunu görmedim dedi.

      Tüm bunlardan sonra ölüme bir yok oluş gibi bakabilir miyiz acaba?..

                                                                                                                Perihan USTA

 

 

      "GEL ADINI  "CAN GÜLÜ" KOYDUĞUM CANIMIN GÜLÜ"

Deniz sesimi duyarmı
Dağlar dinlermi anlatsam seni
Hüzünlüyüm desem, çare olurmu gökyüzü
Salsam bulutları peşine
İlgilenirmi rüzgar,
Yardım edermi seni bulmama