Ayşe idiler, Ali idiler
Önce yüreklerde sevgi, gözlerde özlem
Avuçlarda gül oldular

 

 

MASKELİ MELEKLERİM
"İyilik, insanları birbirine bağlayan altın zincirdir"

            Hastaneye ilk gidişimde 12-13 yaşlarında bir çocuk, güzel başında tek bir tel saç kalmamış. Tedaviler sonucunda döküldüğü besbelli. Ağzında beyaz bir maske, gülüm diyorum içimden, ne güzelsin, gülümsüyorum ve o da bana gülümsüyor gözleriyle, ah! diyorum kendi kendime.

            Sanıyordu ki insanlar, yüzündeki o maskeyi kendi hastalığının diğer insanlara bulaşmasını engellemek için takıyor. Halbuki o çocuk tertemizdi. Maskeyi bizim korunmamız için değil, o yavrucağın korunması için takıyordu. İnsanlar bunu bilmiyor, kaçıyordu. Amaç o gül yüzlü gül bakışlı yavruyu korumaktı. O bize mikrop bulaşmasından kaçıyorken mikropların bulaşmasından endişe eden insanların aslında yüreklerinin amansız hastalıklarının farkında değillerdi. Mikrop saçsız, maskeli, kanserli çocuğu tertemiz kılarken bizler kirlenmeyi sürdürüyoruz.

            Yıllarca tedavi olduğu halde son günlerde artan kanamalarla vücudu iyiden iyiye zayıflamış olan biri anlatıyor: Dün gece bir zikir meclisindeydim. Öyle bir güzeldi öyle bir güzeldi ki tam o sırada kocam uyandırmaz mı. Bir kızdım bir kızdım neden uyandırdın diye. Ne güzel coşuyorduk ve düşünüyorduk adına kanser denilen, devası henüz tam olarak bulunamayan o amansız hastalık bir rahmetten başka ne idi. Şer görünen nice işte bin türlü hayır görünen nice işte bin türlü hayır gizleyen Allah ne büyüktür. Kim olursa olsun Allah'tan başka sığınak, Allah' tan başkasından umudu kalmamış kanser hastalarının yüzünde var olan nurun sırrı neydi. Sırına akıl ermeyen Rabbim kimi kullarını hastalıkla, kimi kullarını borçla, bazısını açlıkla, bazısını toklukla sınıyor. Allah-u alem bir kısım kullarını da aşk ateşi ile temizliyor.
 

       "Rabbim sana uzun ömürler versin" dediğimde, Benim dünyada yerim yok ki, bu dünya da yeri olan var mıydı? Bir yerler, bir şeyler her insana ödünç verilmişti. Kimileri ödünç aldığını unutup sahiplenmişti. Benim bu tarlalar, benim bu evler, halbuki şu dünyada yeri yoktu kimsenin. Kimse bilmez nerede başlayıp nerede biteceğini. Lakin Rabbim sevdiği, seçtiği kullarına haber verir herkese eşit mesafede duran o sonun yaklaştığını. Aramızdaki tek fark, yüzü maskeli, gül yüzlü çocuk sen haber alıyorsun Rabbimden, ben haber soruyorum. Sizin gülen gözleriniz, günahları her dem süzülen bir bedeniniz, Allah diyen bir diliniz, umudu Allah olan kalpleriniz var. Umudu Allah olandan daha güzel var mıdır?

            Bizden selam, umut, sevda dolu cümleler umarak bekleyen sizler, hala anlamadınız mı umudun ve sevdanın ta kendisi olduğunuzu? Hala duymuyor musunuz o en güzelin selamının her dem üzerinizde olduğunu? O güzel ki saçsız kalmış başlar için nice taçlarınızı hazırlar, o güzel ki doyamadığı sesinizi duymak için inletir sizi. Sizi, öleceğini bile bile umutla uğrunda koşturduğunuz, kokusuna doyamadığınız, haline dayanamadığınız, eriyip bittiğini çaresizce seyrettiğiniz biricik yavrunuz bilmez misiniz ki sizi cennet kapılarında karşılamak için hazırlanır? Ve Rabbine kavuşmak için acele eder o en derin sevdalarla tutulduğunuz ve o amansız derde yakalandığından beri beraberce eridiğiniz eşiniz bilmez misiniz ki esas sevgilinin ve baki olan aşkın adresini.  Siz dermansız bir derdin pençesinde günlerini, aylarını, yıllarını vermiş olanlar ne mutlu ki size bu dertle yüce Rabbimin her dem muhatabı olmak şerefine erdiniz.

            Kıyametin hararet ve dudak çatlatan susuzluğundan kurtaracak kimselerden biri "Bir topluluk var ki kendilerine tatlı, safi, soğuk sular içirilecektir. Onlar öyle anne - babalar ki buluğdan önce vefat eden çocukları onlara cennetin nehirlerinden doldurdukları kadehleri sunarlar. Çocukları vefat etmiştir. O aleme gitmiştir. O mahşerin dehşetinde dudakları çatlatan o susuzluk anında kendi çocukları cennet pınarlarından, cennet nehirlerinden doldurdukları kadehleri tatlı, safi, soğuk suları kendi anne babalarına sunuyorlar.

            "Yunus öldü diye sela verirler, ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez" Ölüm yokluk değilmiş ben bunu yavrumun kaybı ile öğrendim. Mevlana ne güzel söylemiş:
Meleklerin kalesi olan o yıldızlara gidebilir misiniz? Ecel gelip kafesi kırınca o zaman hep özlediğiniz o aleme uçar gidersiniz. Melekler gelir sizi karşılar, kendi alemlerine alır götürürler. Kendi dünyalarında gezdirirler, cennetlere uçarsınız.

            Ölüm, fani diyardan baki diyara geçiştir. Ölüm daha özgür yaşamanın adıdır, daha mutlu bir hayatın başlangıcıdır.
            "Ölümden ne korkarsın korkma ebedi varsın." diyor Yunus.
            Ölen küçük yavrularımız ve cennetlik güzel insanlar, inşallah Peygamberlerimiz, Mevlana ve evliyalarla birlikte ve en önemlisi de Allah'ın elindendirler. Onlar cennetteki köşklerinden bizi izliyorlardır ve sadık rüyalarla bizi güzelliklere sevk ediyorlardır. Bir gece televizyonda Sami Ulus Çocuk Hastanesi'nin onkoloji bölümünde taşradan gelen aileler ve onların tedavi gören çocuklarını seyretmiş, çok etkilenmiştim. O gece rüyamda Murat'ım hastanenin koridorlarını hortumla yıkadı ve elindeki sepette bulunan kırmızı gülleri koridora saçtı. Yavrum neden saçıyorsun o gülleri? diye sorduğumda bana, anneciğim cennette bunlardan çok var, sen bunlardan topla yerden dedi. Sabah kalkar kalkmaz ilk işim biraz oyuncak, çukulata gibi şeyler alıp o hastaneye gitmekti. Onkoloji bölümüne çıktığımda çok şaşırmıştım, aynı rüyamdaki gibi bir koridor vardı. Daha sonra çocuklar ve aileleri ile tanıştım. Hepsi yeşil kartlı ve yoksul insanlardı. Eşimin de büyük desteği ile hem Onkoloji Hastanesi çocuk bölümüne hem de Sami Ulus onkoloji bölümüne ziyaretler yaptık, zaman zamanda çevremizdeki eş ve dostlardan yardımlar istedik. Katkıda bulunanlardan Allah razı olsun.

            Allah, bana böyle bir kitaba vesile olmayı da nasip etti. İnşallah bu kitabın geliri de bu güzelliklerin artmasına katkı sağlayacak. Orada bulunan insanlar memleketlerinden uzakta yavrularına şifa arayan yoksul insanlar. Bir çoğu yavrularını burada tek başına bırakıp gitmek zorunda kalıyor. Bir akşam eşim, kızım ve ben hastaneyi ziyarete gitmiştik. 10 Yaşlarındaki bir kız çocuğunu, koridorda yere oturmuş ağlarken gördüm. Yanına gidip neden ağladığını sorduğumda "Babam beni bırakıp gitti, ben burada yalnız kaldım." demişti. Buna çok üzüldüm. İsmi Nazan olan bu yavruyu teselli etmek için dedim ki "Ağlamazsan sana ne istersen alırım. Ben buraya sık sık geliyorum. Senin buradaki geçici annen olurum. Seni hiç yalnız bırakmam." O da, " Gerçekten alır mısın ? Benim çok istediğim bir şey var ama çok çok pahalı" dediğinde içimden "Allah'ım inşallah yapamayacağım bir şey değildir" diye dua edip konuşmama devam ettim söyle bakalım. Belki de alabilirim. Hani eline basınca, mama, anne diyen bebekler var ya ondan istiyorum. Bir de beyaz boya kalemi istiyorum. Bunları alırsan söz ağlamayacağım, dediğinde içimde fırtınalar koptu, kalbim acıdı. Demek ki ailesinden bu bebeği uzun bir süre istiyor fakat cevaben çok pahalı deniyordu. Allah eşimden razı olsun. Ertesi gün ilk iş olarak gidip hem Nazan' a hem de diğer kız çocuklarına o bebeklerden ve erkeklere de arabalardan aldık. Nazan' a da içinde beyaz renkte olan 12 renk boya kalemi aldık.

            Ve neden özellikle tek renk, beyaz rengi istemişti hala anlayamıyorum. Bir ay kadar hastanede kalan Nazan Kahraman Maraş'taki evine geri döndü. Bir daha da gelemedi. Her hastaneye gidişimizde,eşimin elinden tutar " Hadi benim canım sıkıldı, beni gezdir" derdi. Eşim de izin alıp biraz dolaştırdıktan sonra hastaneye geri getiriyordu. Babasına çok düşkün olan Nazan, beni annesinin yerine koyamadı fakat eşime babasına yaptığı nazları yapıyordu, onunla çok iyi anlaşıyordu.İnsanlar mal biriktiriyorlar, eşim ise yürek. Acaba kim daha zengin ALLAH (C.C.) ondan razı olsun.

            "Her verdiğimiz bizim olur "

            Bu çocukların, çok sık kana ihtiyaçları oluyor elimden geldiğince daireden, çevreden ve yerel radyolardan anons ettirerek bu kanları bulmaya çalışıyorum. Bir sabah telefon çaldı şaşırmıştım, çünkü evimizin önünde kanal çalışması vardı ve tüm kablolar kopuktu bu yüzden 1 haftadır telefonlarımız kesikti. Demek ki tamir edilmiş diye düşünerek telefonu açtım. Telefonda çocuklardan birisinin babası vardı. Bana 3 gündür ulaşamadığını ve çok zor durumda olduğunu, hem parasının olmadığını hem de çocuğunun acil kana ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de telefonla ulaşabildiğim yerlere ulaştım ve kan ihtiyacını karşılayabildik. Akşam eşim eve geldiğinde telefon arızasının giderildiğini söyledim. O da telefonu kontrol etti ve çalışmadığını söyledi. Ertesi sabah kapı çalındı. Bir beyefendi balkona çıkabilirmiyim telefonu bağlayacağım dedi, bende bizim telefon bağlı ama şu an çalışmıyor dedim. Hanımefendi bu imkansız telin bir ucu bahçenizde, bir ucu yolun öbür tarafında, sizin bir yanlışınız var dediğinde "Rabbim senin için tele gerek yok" deyip şükrettim.

            Bu güzel yavrularla o kadar çok anımız var ki. Günlerdir ağzına bir lokma almayan çocuklardan birinin annesi, götürdüğümüz hamur işlerinden yavrusuna benim yedirmemi rica etmiş, "seni kırmaz belki ben hiçbir şey yediremiyorum" demişti. Çocuk da bana dönerek, "Perihan Teyze, ben rüyamda öyle güzel kebaplar yiyorum ki annem bana inanmıyor. Tok karnıma ne yiyeceğim, yalan söylüyorum sanıyor" deyip annesini şikayet etti. Demek ki o yavruyu Rabbim cennet nimetleri ile besliyordu. Birkaç gün sonra da vefat etti

 

                                                                    KUMDAN KALELER

          Bir yaz günü, plajda oturmuş, kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum. Her ikisi de, deniz kıyısında kapılarıyla, pencereleriyle kocaman bir kale yapmak için harıl harıl çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmış iken büyük bir dalga gelip, kaleyi bozdu. Her şey bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü. Tüm uğraşlarının bir anda yok olduğunu gören çocukların ağlayıp, isyan etmesini bekliyordum. Fakat, çocuklar beni şaşırtarak, ağlamak yerine kalktılar biraz daha ilerde yeni bir kale yapmaya koyuldular.

         Çocuklar o anda bana iyi bir ders verdiler. Hayatımızda değer verdiğimiz her şeyin kumdan kaleler gibi bir gün yıkılmaya mahkumdurlar. Biriktirdiklerimiz elimizden, zamanın dalgalarıyla, darbeleriyle, rüzgarlarıyla kayıp gider. Er ya da geç kurmak için uzun uğraşlar verdiğimiz  kaleleri bir dalga anında yıkabilir. Hayatımızı hatta bazen dostluklarımızı, mutluluklarımızı uğrunda harcadığımız o nice mal mülk kumdan bir kaleye ne kadar çok benziyor. Hepsi zamanın kıyısında küçük bir dalgayla, küçük bir fiskeyle yıkılıp dökülmeye, elimizden kayıp gitmeye o kadar hazır ki, gelin gerçeğin ne olduğunu anlayalım: Hayat biriktirdiklerimizden ibaret değil, onlardan çok farklı birşey.