“Şefkat öyle bir dildir ki, sağır işitebilir, kör de okuyabilir”.
 

Gülşah, Eda, Seda ERBAŞ

Marmara depreminde su gibi berrak, güzeller güzeli 19, 13, 11 yaşlarında üç yavrusunu kaybeden ve rüyasında kendisine yazdırılan bir ağıtı Şaziye hanım sizlerle paylaşmak istedi. Ancak daha fazlasına yürekleri el vermedi. Sanıyorum bu ağıtta anlatılanlar onların tüm hislerine tercüman olmakta.

KIZLARIMA AĞIT

Evime güneş gibi doğdunuz
Sam yeli gibi estiniz
Deniz gibi coştunuz
Yavrularım, kuzularım
Dizimin dibinde oturan yok
Anne yanında yatayım diyenim yok
Benimle konuşacak, derdimi alacak yok
Paylaşan civan gibi kızlarım yok
Yavrularım, kuzularım.
Gülşah'ım, Eda'm dedim yandım
Seda'm seni unutmadım.
Ağlamayla ananız ölmez,
Ölende geri gelmez.
Yavrularım, kuzularım.
Gözlerimden hayaliniz gitmiyor
Yüreğimi hasretiniz yakıyor.
Yaralandım ta derinden
Kanım içime akıyor
Kurşun yarası değil evlat acısı
Adını biliyom da
Tarifini yapıp ilacını bulamıyom.
Yavrularım, kuzularım.
Koca evde yalnız kaldım
Ölem dedim ölemedim.
Sizin için hep koştum da
Şimdi size duacıyım
Koca evde yalnız kaldım
Ölem dedim ölemedim.
Sizin için hep koştum da
Şimdi size duacıyım
Yavrularım, kuzularım


DUA

İsyanda bırakmadın beni, isyanda bırakma Rabbim!
Bağışla beni Rabbim, tevekkülden başkası gelmiyor elimden. Başkası da yoktu ki elimde.
Şimdi elimden gelenlerin hepsi Senin ‘El’inde.
Göremedim, bağışla beni Rabbim.
Göremedim, nice ananın karnında nice karanlıklar içinden gün yüzüne çıkardığın bebelerin yüzünü.
Unuttum, yüzümdeki tebessümü nice belirsizliklerden alıp da hayat verdiğini.
Bilemedim, yüreğimizi yokluğun dehlizlerinden aşırıp aşkın vadisine eriştirdiğini.
Göremedim, her sabah yerin sükunetini odamda bir ekmek gibi sımsıcak hazır ettiğini.
Her akşam yastıkta unuttuğum bedenimi sabah yeniden yanıma verdiğini göremedim. Beni her sabah ihya ettiğini.
Bedenimi her an yarattığını, varlığımı her an yokluktan geri getirdiğini göremedim.
Göremedim Rabbim bugünü ödünç verdiğini.
Göremedim, bağışla beni... Varlığa kör oldum, bağışla beni.
Fakat, şimdi gördüklerim körlüğümü gösterdi bana.
Geç kaldım görmekte ama gördüm. Körlüğümü gördüm. Tebessümü beton yığınları arasında sönen bebeler gördümse de, biliyorum Senin El’inde şimdi hepsi ve sonsuz tebessümler verdin herbirine.
Sevinci soğuk topraklarda boğulmuş çocuklar gördümse de,
Biliyorum Senin Rahmetinin kucağında hepsi ve bitmez sevinçler bağışladın herbirine.
Ümitleri bir amansız sarsıntıyla yıkılan insanlar gördümse de, biliyorum Senin Şefkatinin ikliminde asude ve mutlu herbiri.
Bağışla beni Rabbim, unuttum. isyanda kaldım. Hatırlamadım verdiğini ve var kıldığını.
Elimden alınca verdiğini ve yokluğa yuvarlayınca varlığımı,
Hatırladım, ama geç hatırladım. Gördüm ama güç gördüm, acıyla gördüm.
Varlıkta kör oldum, yoklukta gördüm. Bollukta unuttum, darlıkta hatırladım.
Affet beni Rabbim, bari, yoklukta Sana vardım. Hiç olmazsa, hiçlikte Seni andım.
Şimdi, bir tevekkül var elimde. Başka her şey düştü avucumdan, varlığım yokluğa döküldü.
Hatırladım, elimdekiler de, ellerim de Senin Elinde.
Şimdi, dua sığıyor sadece avuçlarıma. Sadece yakarış yakışıyor yakama.
Gözlerim müjdeni gözlüyor uzaktan gönlüm hiç bitmez tesellini özlüyor.
Sen ki, unutmaktan alıkoydun, isyandan kurtardın beni Rabbim. Şimdi isyandan koru beni.
İsyandan koru beni, isyandan koru beni, isyandan koru beni... Ve affet ki, elimde duadan başkası yok.
Ve anladım ki, Senden başka sığınağım yok.
 

Senai DEMİRCİ

"

 

Anı yaşamak, hayat anlarda gizli, hayat böyle birşey, bir taşın üzerine yazılan son kelime belkide doğum tarihi - ölüm tarihi”.

Nazife, Ömer, Tuba ve Barış BAYRAMOĞLU

 

    Sevgili eşim Ömer bey ile 1987 yılında mutlu bir evlilik yaptım, birbirimize çok güvenirdik, aramızda sevgi ve saygının ön planda olduğu güzel bir muhabbet bağı vardı. Eşim bir fabrikada işçi olarak çalışıyor, sınırlı bir gelirimiz olmasına rağmen elindeki bir ekmeği paylaşmadan yemezdi, nerede bir ihtiyaç sahibi olsa elinden geldiğince destek olmaya çalışırdı.

   1988 yılında kızım Tuğba’nın 1992 yılında oğlum Barış’ın doğumu mütevazi evimize bir güneş gibi doğmuş, onların iyi bir insan olmaları için ikimizde elimizden gelenleri yapıyorduk. Tuğbam çok zeki, akıllı, terbiyeli, sakin, saygılı bir çocuktu. Yazları Kur’an okumayı öğrenmişti. Barışım da çok güzel yüzlü, yaşıtlarından en az iki yaş önde gösteren sakin, kendi kendine yetebilen dur, sus yapma dedirtmeyen uysal güzel huylu bir çocuktu. Biz Ankara’da oturuyorduk kayınvalidem ve kayınpederim Gölcük’te oturuyordu bizde her yaz iznimizi Gölcük’te geçirirdik, kızımı çok seven babaannesi okullar kapanır kapanmaz Gölcüğe götürürdü. O yılda kızım babaannesindeydi eşim izin almasında bir problem çıkmasına rağmen ve amirinin bir kaç gün sonra vereyim demesine rağmen büyük bir mücadelenin ardından iznini alıp eve geldi, bana hadi hemen hazırlan gidiyoruz dediğinde kardeşi ağabey yarın gidin benim eşim ve çocuklarım yalnız kalmasın benim işim var demesine, bilet bulup bulamayacağımızı bilmemeize rağmen yola çıktık, öyle bir acele ediyorduk ki anlatamam. Şimdi anlıyorum ki çağrıldığı yere varmak için sabırsızlanıyormuş.

    Akşam saatlerinde Gölcüğe vardığımızda eşim çok mutlu olmuştu, gece üçe kadar oturduk, bir ara kızım Kur’an-ı Kerim’i orada devam ettiği kurstan sonra ne kadar ilerlettiğini bana göstermek için epeyce okudu, daha sonra iki kardeş değişik taklitler ve muziplikler yaparak bizi neşelendirdiler. O gece hepimizin dikkatini köpek ulumaları ve havlamaları çekmişti. Saat üç civarında hepimiz yattık köpekler iyice huzursuzlaşmış, seslerinden uyuyamıyorduk. Zaten bir süre sonra da kıyametin koptuğunu düşünmüştüm. Benim kıyametim kopmuştu tüm canlarım enkaz altında kaldı, canım eşimin cansız bedeni ile 18 saat enkaz altında kaldım, kayınpederim hiç bir yara almadan çıkmış enkazdan beni İstanbul’da bir hastaneye götürdüler. Ayağımda büyük bir hasar oluşmuş günlerce tedavi görmüştüm, ayağımın hasarı düzeldi ya gönlüm onun hasarını hangi doktor hangi hekim onarabilir ki. Enkaz altında dört sevdiğim insanı bırakmıştım; kayınvalidem, eşim ve iki yavrum.

    Kızım, görmeyeli daha bir güzelleşmiş, serpilip tıpkı bir selvi revana benzemişti. Yavruma sarılıp koklayamadım, çünkü bizim geleneğimizde büyüklerin yanında çocuk sevilmez en çokta ona pişman oluyorum neden, neden yavrumu sineme basmadım, koklayıp öpmedim diyorum. Ankara’ya döndükten sonra bir yerel radyo vesilesi ile Güler abla ve Perihan abla ile tanıştım, beni sık sık ziyarete geldiler, daha sonra da ben onlara gittim. Perihan abla bana değişik kitap ve kasetler hazırlayıp getirdi, daha sonra o radyonun değerli programcıları beni evimde ziyaret ettiler. Allah hepsinden razı olsun daha sonra Güler ablamızı da kızı Nilüfer’in yanına uğurladık, onların hasreti sona erdi inşallah.

    Şu anda Kur’an-ı Kerim ve ibadetlerine sığınıp Rabbim’den gönlüme inşirah vermesini istiyorum veriyor da. Derdi veren dermanını da veriyor.
 

                                                                                     Şengül BAYRAMOĞLU


SABIR
Sabrın sonu selamet,
Sabır hayra alamet.
Bela sana kahretsin;
Sen belaya selam et!

Felah mı, onda felah,
Silah mı, onda silah.
Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden Allah.

Sabır, incecik sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakka tevekkül.
Sabır hakka itimat.

Sabırla pişer koruk,
Yerle bir olur doruk.
Sabır, sabır ve sabır,
İşte Kur’anda buyruk!

Bir sır ki aşikare,
Avcı yenik şikare.
Yalnız, yalnız sabırda
Çaresizliğe care…

N. F. Kısakürek

 

 

 

Geride kalan tek şey yüreğim....
Ona bile sahip çıkamıyorum artık
Baksana almış başını sana gitmiş..