Anne olmak;
Hayat şiirini gür bir sesle haykırmak,
haykırmaktır...
Anne olmak;
Bütün kalbiyle yaradana sabır ve şükür ile
bakmaktır...
Anne olmak;
Bir göçmen kuşun ardından ufka hüzünle ve ümitle
bakmaktır...
Anne olmak;
Aşk ateşini rahmetle yeniden yakmaktır...
GÖÇMEN KUŞLAR
(Gök Yüzünün Yaramaz Çocuklarına)
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Hamd ezelden ebede dek Onadır. Hayat
verip hayatın sahibi olan, ölüm kılıp, ebediyete gönderen ahiret yurdunu var
eden Rabbimize hamd olsun.”
Sizlerle sevginin, hasretin, özlemin, dirilişin bambaşka bir boyutunu paylaşmak
istiyorum.
Annelerden ve ötelere gönderilen cennet çocuklarından ve onların bizlere
öğrettiklerini paylaşmak istiyorum. Küçücük bir çocuktular ama dev bir
ümittiler. Hayatın bağrında açan birbirini seven iki insanın dünyaya belki de
söyleyebilecekleri en güzel sözdür. Bir çocuk annenin yüreğinde filizlenen bir
çiçektir. Anne onu önce sevgiyle, şefkatle ve merhametle sular, babanın sevgisi,
koruyuculuğu güneş ışığı olur. Çocuk anne babanın geleceğe dair en büyük ümidi,
hayalidir. Ama hayatın gerçekliliğini, dengesini kaybettiği bir asırda insan
çoğu zaman kendisinin gibi görünen her şeyde yanıldığı gibi evlat konusunda da
yanılır. Sanki evladı ona aitmiş gibi davranır, aslında bunda kötü bir şey
yoktur, bu sadece anne babanın evlatlarına karşı olan sevgisinden kaynaklanır.
Anneleri eşsiz kılan sevgiler ötesi olan bu sevgi, Allah’nin hususiyetle
annelerin kalbine koyduğu sevgidir. Bu yüzden anneler çocuklarına hep bir
şefkat, merhamet, sevgi nazarıyla bakarlar, hani deyim yerindeyse çocuklarının
saçlarına rüzgar değse, canları küçücük bir acıya değse onların ruhlarında
fırtınalar kopar, ızıdıraplar oluşur.
Bu sevgi zaman zaman bambaşka, ulaşılmaz yerlere ulaşır. Bazı anneler
çocuklarından gayrısını görmezler, ama onlar da anneliğini yapmaktadırlar
dolayısıyla bu da hoş karşılanabilir. Rabbinin onun kalbine koyduğu sevgiyi
güzel bir şekilde işlemektedir. Buradaki yanılgı eninde sonunda o evladın
kendisine sunulmuş bir hediye bir güzellik olduğunu bilmemektir, anne, çocuğun
“sen bu emanete sahip ol” denilen bir emanet olduğunu bilmelidir.
Rabbim bazı özel annelere, çocuklara bunu özel bir şekilde hatırlatır, o
çocuklar ve annelere bu hatırlatılmadan önce onların özel oldukları anlaşılır,
adeta bunlarda bir hal var derler ve o özel buluşma, kavuşma gerçekleşir.
Şairin biri sevgilisine şöyle seslenmiş. Belki de sevgilinin gidebileceğini
şöyle anlatmıştı:
Uçtu sihri gözlerinin
Ve bana buğusu kaldı
O şairce sözlerinin
Sonsuz uykusu kaldı
Kapandı pencereler, dağıldı düşünceler
Bitti derken işkenceler
Bana sorgusu kaldı
Şairin gönlünden kopan bu dizeler sanki bu meseleyi anlatıyor, bizim dünyada
sevdiğimiz her şey ancak bir yüzü, bir yönü Allah’a bakarsa kıymetlidir. Hangi
sevgili hangi sevilen vardır ki gözlerindeki sihri uçmasın, evlatta bile
böyledir, belki de, belki de… Bu evlatta böyle değildir kim bilir? ve o özel
buluşma gerçekleşir Allah kulunu o yavruyu yanına çağırır, çocuk gülerek gider
bu davete, çünkü çocuğu yanına çağıran elbet onu nereye çağırdığını, nereye
alacağını bir mukaddes sinema perdesi gibi bir ekranda gösterir. Gel kulum, gel
yavrucak! der, yeter o kötü ve karanlık dünyanın ızdırabını çektiğin, gel gerçek
yurduna dön! Anacığın da senin yanına gelecek inşallah bekle! Kim böyle bir
çağrıya geri dönüp hayır gelmiyorum diyebilir, kim içinde bir mevsimlik güzellik
bulunan ama binlerce yönünde kötülük bulunan bir şeyin içinde kalıp, her şeyi
güzellik, bolluk ve eşsiz olan bir diyara tercih edebilir? Çocuk bu çağrıyı
kabul eder ve uçar gider, ve işte o bir Göçmen Kuş'tur. Asıl yurduna, asıl
döneceği yere gider. Geriye Allah’ın kendisine verdiği sevme gücünü, sevme
istidanı yavrusuyla yaşadığı her anla geliştiren, bunu işleyen adeta bir taşı
elmaslaştıran bir istidadını anne kalır.
Anne sarsılır!
Anne afallar!
Anne bir an çağıranın kim olduğunu unutur
Anne bir an bilemez
Annenin yüreği küçüktür
Annenin gözü yaşlanır
Annenin gönlü gamlanır
Annenin ufku uçuşur
Yanar anne
Ve sorar anne
Der ki; ne oldu, niye gitti, nereye gitti, neden ben, neden benim yavrum?
Birde gidiş esnasındaki o sebepler planındaki acı ve ızdıraplar yok mudur?
Annenin yüreğinde hatıralar atlasında ayrı bir nakıştır ve yaratan elbette ki
kulunu yalnız bırakmayacaktır.
Vesileler kılar, sebepler kılar, annenin yoluna güzel yolcular çıkarır, o çıkan
yolcular lisanıyla kalbin rahat olsun, kalbin mutmain olsun ve biz sende emanet
olan, en güzel şekilde baktığın, en güzel şekilde sahip çıktığını yanımıza
çağırdık. Onu biz seçtik, onu biz cennetin süsü, cennetin neşesi olarak seçtik.
Buna üzülme, buna gururlan, buna sevin ve dünya yolunda, yolculuğunda yolunu iyi
bilen bir yolcu ol, iyi bir seyyah ol bunu bil, bunu iyi tanı, bu iklimi iyi bil
artık sana ait olmayan, sana emanet olan, sana verdiğimiz sevginin gücünü en
güzel şekilde değerlendirerek sevdiğin yavrun asıl yurdunda, asıl olması gereken
yerde ebedi diyarda kalınacak en güzel yerde…
Annenin yüreği ışır anne sevinir ümitlenir. Annenin kalbinde kelebekler uçuşmaya
başlar, annenin gözündeki yaşlar artık bir buhranın bir depresyonun, acının
ızdırabın değil rahmetin gözyaşlarıdır. Anne Rabbine eliyle birlikte artık
yüreğini de açar, anne artık gök kapısında döner Rabbim, şükürler olsun sana,
Rabbim bu ağır, acı dayanılması güç gibi görünen acıya karşı bana sabır ver,
beni diri kıl, bana güç ver diye haykırır.
Artık anne ne için dua eder biliyor musunuz? Anne o evlada layık bir anne
olabilmek için onun yanına gittiğinde ona yakışır bir anne olabilmek için
çırpınır. Ben güzeli buldum güzellik ben de sınırlı kalsın demez, çünkü çocuğu
ona küçük küçük mesajlar gönderir anne durma, anne güzelliklerin yolu burada
der. Bu annenin hali mecnun halinden daha öte bir haldir, daha güzel ve daha
derindir, belki mecnun bu sevdayı, muhabbeti, aşkı görse Mecnun, mecnunluk
sıfatından vazgeçer de vallahi ben Mecnun değilim der.
Güzelliklerin paylaşılmasında aceleci olmalıyız. Perihan Hanım evladını
kaybetmiş bir anne, evladını kaybetmesiyle farklı bir güzelliği, farklı bir
boyutta acının içinde rahmeti bulmuş. Bu güzel gönüllü anne sadece bulmakla
kalmamış güzellikleri de çoğaltabilmiş.
Bu kitaptaki çocukların hepsi tesadüfen bir araya gelmemiş, hepsi özel seçilmiş
cennet çocuklarıdır.
Cennette bizim dünyada göremediğimiz bir takım hoş varlıklar olacak, bunlar
manevi varlıklar, huriler ve gılmanlar. Peki cennette hiç çocuk olmayacak mı?
Elbette olacak işte bu seçilmiş cennet çocukları cennetin süsü olacaklar.
Bu çocuklar hastalıkları sırasında acı çektiklerinde “Allah’ım bana sabır ver”
demişler. Kıbleye dönerek dualarla uçup gitmişler, Onlar onları bekleyeni çok
iyi biliyorlar. Allah ve Resul’ü beklerken bu davete icabet etmek gerekiyor,
çünkü onlar özel çocuklar yaşarken haklarında yahu bu nasıl çocuk böyle diye
konuşulan çocuklar.
Göçmen Kuş’larının sebep olduğu onca güzel olaylar var ki; o anneler hem kendi
imkanları ile hem de kitabın geliri ile hastane odalarında yatan çocukları
çevrelerindeki ihtiyaç sahibi çocukları mutlu etmeye çalışıyorlar.
Böyle bir güzelliği hangi roman, hangi dizi film anlatabilir, orada ne polis
ablamız ne Emre ne Burak ne de Murat’ın ve diğer çocukların hayatları var. Hep
yaşanmamış ya da yaşanmayacak basit hayatlar önümüze seriliyor.
Anneler tutun bu toplumun kanatlarından bu anneler çırpınıyor. Bu anneleri
hastane önlerinde ki çaresiz aileleri evlerine konuk ederlerken veya
engellilerle ilgili bir programı düzenlerken görürsünüz, çünkü onlar bağrı
yanık, acılarında rahmeti bulan annelerdir.
Perihan Hanım’ın çok güzel bir ifadesi var: Bütün şefkatimizi, sevgimizi bize
emanet olarak verilen çocuklarımıza onun yüklenebileceğinden çok fazlasını
veriyoruz, ah! sokaklarda, hastane köşelerinde ailelerin bırakıp gitmek zorunda
oldukları şefkat ve ilgi bekleyen onlarca ısıtılmayı bekleyen yürek var.
“Sabır acıya karşı bir reaksiyondan öte, acıyı keşfetmeye ve onun ötesinde ki
ferahlığı, rahmeti görme adına bir irade sergilemektir. Sabırsızlık ise, acının
görünen yüzüne bakıp korkuya düşerek, ferahlık, şefkat ve merhamet dolu ufukları
görmemektir.”
Bazen bu dünyanın dışında bir dünya var mı acaba diye vesveselere kapılıyoruz. O
çocuk bilir ki onun bir annesi ve onun doğduğu bir alan vardır. Elbette onu
bambaşka bir aleme, bambaşka bir dünyaya çıkartacaktır.
Şu anda bizim yaşamamızı sağlayan, mutlak güç elbette bize bilmediğimiz bambaşka
bir alemi açacak, onu bize gösterecektir, o alemi görüp dönen yok ama sadık bir
rüya gibi vefat edenlerin vefat ediş anlarında ki ibretli halleri bize o
dünyadan haber veriyor. Göçmen Kuşları kitabında bunlara çok güzel örnekler var,
bu kitabı okurken aklıma şunlar geldi; vefat anı ve vefat sonrasında bir çok
hikmetli hadiseler yaşanıyor, sadece bilim ile bakan birinin cephesiyle bir ilim
erbabına sorsak muhtemelen şunları söyleyecektir; anneler kaybettikleri
yavrularının dayanılmaz acısı ile onların iyi olduğunu hissetmek arzusunda
olacaklardır. Bunun etkisiyle bilinç altlarında gerçek dışı düşünceler doğmuş ve
böyle rüyalar görmüşlerdir, ama biri de diyecektir ki:
Pulsuz, dilekçesiz mektup var. Oku, oku. Dön dön bir daha oku! Murat’ın,
Kerimcan’ın yüzünde oku! Diğer yavruların yüzünde oku! Ölenlerin hatıralarında
oku! Yaşayanların yüzünde, acının yüzünde oku!
Ahiretten mektup var,
Ahiretten mektup var!
Koşarken göğe bakmazsın, dur ve göğe bak! Ölüm durdurur, hastalık durdurur, acı
durdurur, elem durdurur seni hiç beklemediğin bir anda! Ve göğe bakarsın…
Bir mütefekkir kuşlar için gökyüzünün yaramaz kuşları, diyor. Göçmen Kuşlar da
“gökyüzünün yaramaz çocukları”dır. Ölüm var bilelim, ölümde güzellikler var
bilelim! Anlayalım ahiretten, sonsuzluktan mektup var! O mektup bir sabah açılı
verir önümüze, okuyalım, okutalım!...
“Acı sabra, sabır rahmete götürür.”
E. Emin